30. istanbul film festivalinin son haftasındaki film'lerle ilgili yorumlarımı kendimle paylaşmak istiyorum, ilerde döner okurum diye.
11.04.2011
Işığa Özlem (nostalgia de la luz / 2010 imdb:7.6):
Konu, Şili'de atacama çölünde geçiyor. Atacama çölü 3000m yüksekliğinde dünyanın en kurak yerdir ve berrak havası yüzünden samanyolu galaksisinin izleneceği en güzel yerlerden biridir. Bu yüzden dünyanın heryerinden astronomlar gelip araştırma yapmaktadır. Astonomlara göre mutlak şimdi yoktur, aslında herşey olmuştur, biz belli bir süre sonra farkına varmaktayız, şimdiye en yakın şeyi ise düşündüğüz şeyler olarak ifade etmektedir. Dünyaya gelen ışık aslında güneşten 8dk önce çıkmıştır, aydan gelen ışık ise yaklaşık 1sn sonra bize gelmektedir. Bu düşüncelerle astonomlar gökyüzünde aslında geçmişi aramaktadır. Aynı zamanda bu çölde kadınlar 70'lerde Pinochet rejimi sırasında ölen ve buraya gömülen yakınlarını aramaktadır. Astronomlar da geçmişi aramaktadır, ölen yakınlarını arayan kadınlar da. Yönetmen alakasız gözüken durumları birbiriyle ilginç bir şekilde bağlamış. Konu ilginç ve izlenesi gibi geliyor fakat ben açıkcası çok sıkıldım, yine de kaç şeyi öğrenmiş olmam güzel.
Petrol Kentin Sırrı (oil city confidential / 2009 imdb:7.7) :
70’lerin başında ingilteredeki Canvey Adası'nda mahalle arkadaşı dört genc sık sık bir araya gelip müzik yapmaktadır, fakat gelecekle ilgili bi planları yoktur. Olaylar onları hiç beklemedikleri bi şekilde 1975 yıllarında ingilterenin en büyük punk rock gurubu haline getirmektedir ve bu grubun adı Dr. Feelgood'dur. Punk Rock'un patlamasına neden olan grup olarak gösterilmektedir, performansları harikadır. Gurubun doğuşunu ve nasıl söndüğünü anlatan bir belgeseldir. Sonradan öğrendim ki Dr.Feelgood sokak argosunda uyuşturucu satıcısıymış. Benim açımdan başlarda olayın ne olduğunu bilmediğimden kaynaklanan bi sıkıcılık olsa da, gurubu tanıdıkça ve müziklerini duydukça Dr.Feelgood'u geç te olsa tanıdığım için çok şanslıyım. Müzikleri harika, eğlenceli ve karizmatikler.
12.04.2011
Serseriler (Neds / 2010 imdb:7.1):
John McGill çok başarılı bir öğrencidir, abisi ise tam tersine serseri ve okuldan atılmıştır. john başarılı olmaktan mutludur fakat işlerin bölye gitmediğini anlar, serseriliğe merak salar ve bu şekilde daha mutlu olduğunu hisseder. Abisinin çetesine katılır ve film bu şekilde ilerler. Sonlara doğru konu dramatikleşse de başlar çok eğlenceli idi, kesinlikle izlenmeli. İlgimi çeken sahne ise john, kızlı erkekli arkadaşlarıyla muhabbet ederken arkadaşlarına küçükken sataşan çocuğu dövmek istediğini söylemesi ve ardından kızlardan birinin john ile yürüyüşe çıkmak istemesi, yürüyüş sonunda ne olcağı malum. Yani kızlar serseriler sever diye bi sonuç çıkardım.
Siyah Venüs ( Vénus noire / 2010 imdb:6.8):
Normalde 8 1/2'yi izlemeyi planlamıştım fakat yer kalmadığı için buna gittim. Gerçek bir hayat hikayesidir. Güney Afrika'nın Eastern Cape bölgesinde yaşayan Saartjie Baartman, 1810 yılında farklı fiziksel görünüşü nedeyile ingilteyere getirilir ve sahibi tarafından gösterilerde sunulur. Gösterilerde büyük kalçasını ön plana çıkararak vahşi bir hayvan gibi hareket etmesi istenir. Buraya kadar durum Saartjie için zor olsa da katlanılabilirdir, fakat dokunulmasından çok rahatsız olmaktadır. Zamanla ingilterede Hottentot Venüsü olarak ikon haline gelmiştir. Daha sonra İngiltere ve Fransa saraylarında gösterilere çıkar ve işler gittikçe istemediği bi hal alır. Bilim adamları tarafından incelenmek istenir. Tabiki sonunu anlatmak olmaz fakat benim bu filmde ilgimi çeken Saartjie'nin mahremiyet çizgisini aşmamaktaki ısrarı, film akışında ne olcak ki istediklerini yapsa diyosunuz fakat o öyle düşünmemektedir. Film çok uzundu, feci cüretkar sahneler vardı, akış güzel ama hadi bitsin artık diyorsunuz. Farklı bir hayat hikayesi ve bunun seyirciye güzel aktarılması sebebiyle izlenmesi gerekir diye düşünüyorum.
13.04.2011
Mikrofon (Microphone / 2010 imdb:6.9):
Kötü Kan (Mauvais Sang)'ı izlemeyi planlamıştım fakat yer kalmadığı için buna gittim. Amerikada uydu mühendisliği yapan Khaled, doğup büyüdüğü Mısırın İskenderiye kentine gelir ki sanırım gelme amacı sevgilisine kavuşma istediği. Tesetadüfen birileriye tanışır. Bu kişiler iskenderiyede underground müzik yapmaktadır, kimileri de güzel sanatlar fakültesinde okumakta ve bitirme tezi olarak bu müzik yapanları araştırmaktadır. Klahad da bir dergi için bu grupları anlatır ve makale hazırlamak istediğini söyler. Dergi ile anlaşınca bu kişilerle arkadaşlığı git gide kuvvetlenir. Filmde iskenderiyede bulunan bir çok underground müzik yapan (hip-hop, rock, punk ...) grupların müziklerine yer verilmiş, kimi zamanda Klahad'ın sevgilisiyle aşk dialogları geçmektedir. Filmi pek beğenmesem de aklıma kazınan bir söz var "adını biyere yazmama gerek yok, adın kalbimde yazılı"
Özgürlük Yolu ( The way back / 2010 imdb:7.4):
Sovyet esir kapından bir grubun kaçarak sibiryadan hindistana olan 6000kmlik yolculuğunu anlatır. Film gerçek bir hikayedir ve bu kişilere atfedilmiştir. Yolculuk sırasında doğa koşulları yüzünden biyandan hayatta kalmaya çalışmaları diğer yandan da kimseye görünmemeleri gerek. Hayatta kalma çabaları tabiki çok daha büyük bir marifet. Söyleyebileceğim tek şey muhteşem bi film. Çok gerçekçi. 3. günün sonunda izlediğim en güzel film.
14.04.2011
Fabrikadaki Piyano (The Piano in a factory / 2010 imdb:8.3):
Evet imdb puanı yüksek, ve gişeye vardığımda biletler bitti, sıraya girin yavaş yavaş rezervasyonlar iptal oldukça bilet alırsınız dediler, iyi bekleyelim dedik. Şansıma o sırada fabrikadaki piyano sırası mı diyen amca, evet dedikten sonra elime bir bilet tutuşturdu arkadasına bakmadan gitti, ben de şaşkınlıkla bişey diyemedim. Neyse iyi film izlicez edasıyla oturduk, gel görelim ki büyük beklenti içinde olduğum içindir sanırım pek beğenmedim. Film 1990lı yıllarda çinin serbest ekonomiye geçmesinin ardından fabrikası kapanan bir adamın boşanmasıyla birlikte kızının kendisinde kalmasını istemesi ve ona bir piyano yapmak istemesi üzerine işlenmiş. Kızı kim piyano alırsa onda kalmak istiyor. Babası akordeon çalmaktadır ve kızının kendisinden daha büyük bi sanatçı olmasını istemektedir. Filmin sonunda oyunculardan biri ile röportajda anlatılmak istenen şu imiş. Biz çin'in durumunda uzak olduğumuz için anatema röportajda daha iyi anlaşıldı. 1990dan önce kominizm olan ülkede insanlar birlikte iş yapabiliyordu, birbirlerine destek oluyordu, materyaliz'e geçtikten sonra bunlar kayboldu, insanlar daha fazla lükse yöneldi ve yardımlaşma yok oldu, biz bu filmde bu konuyu vurgulamak istedik dedi. Ve çinin son 5 yılda ekonomisinin patlamış olduğu, çok ücra köşeler haricinde fakirliğin bittiğini de ekledi. On üzerinden 6 veriyorum ben.
Düzelti (Erratum / 2010 imdb:6.7):
Fabrikadaki piyano düş kırıklığının ardından bu filmden umutluydum, bunun konusu daha güzeldi çünkü ve birçok ödülü vardı. Michal iş gereği doğduğu kasabaya gidip patronun arabasını alıp geri dönmelidir. Fakat babasıyla geçmişinde olan problemleri yüzünden kesinlikle uzun süre kalmak istememektedir. Arabayı alır dönerken evsiz birine çarpar, adam ölür ve araba da hasar alır. Arabayı yaptırim öle gidim derken aksilikler yüzünden 2 gün kasabada kalır ve bu sırada geçmişiyle yüzleşir. Konu güzel gibi fakat film başından bitimine kadar aynı tempo ve sıradanlıkla ilerlemektedir. Tamamen vasat. Ödülleri heralde çekimlerdeki sanatsal güzellikle aldı. Çünkü ışık açıları kareler çok güzel ona bişey diyemem. Film bitti, kimse sesini çıkarmadan kalktı gitti. Dün izledğim Özgürlük Yolu filminin sonunda kime alkışladıklarını bilmediğim halde seyirci alkış tutmuştu. Hani tiyatro filan değildi, oyunculardan kimse veya yönetmen de yoktu, neyse öle yani.
5.gün sonunda hasta oldum